20 Ekim 2019
‘Mutluluk, mutsuzluk, kötülük ve iyilik’

Nova Okulları yazar Hakan Akdoğan’ı ağırladı. Hakan Akdoğan, benzeri söyleşilerde gelenek haline gelen yazarın kendisinden ve kitaplarını anlatması zemininden çıkarak öğrencilerle Inter aktif bir söyleşi gerçekleştirdi. “Mutluluk kavramını sorgulayan Hakan Akdoğan “Mutluluk hoşlandığımız şeyleri yapmaktır. Hedeflerimize ulaştığımız zaman mutluyuz. Bu bizi tebessüm ettiren bir şeydir. Bir insan hiçbir zaman çok fazla mutlu olmaz. Yeryüzünde yaşayan hiçbir kişi çok uzun ya da çok mutlu olmaz. Doğamız buna müsait değil. Mutluluk nedir, sorusunun net cevabı yok. Çok büyük anketler yapılıyor, aşk, para, değer görmek, sağlık gibi sonuçlar çıkıyor.  Değer görmek bizi en fazla mutlu eden şeydir. Bizi yetiştiren anne ve babalar 0-6 yaş arası sürekli kurallar koyar. Ömrümüz boyunca, anne, baba, öğretmen, müdür, patron ya da devletten onay görmek isteriz. İnsan değer görürse mutlu olur. Mutlu muyum, diye sorduğu ana kadar yaşadığın huzurdur. Alışkanlık silsilesinin sürmesidir. Etrafınızdakiler sağlıklı ise mutlusunuzdur. Bu süreç bölündüğünde mutsuzluk başlar” dedi.   SANAT KÖTÜLÜĞÜN VE MUTLULUĞUN FARKINA VARDIĞIMIZ ALAN Mutluluğun ardından kötülüğü sorgulayan Hakan Akdoğan yapılan araştırmalarda 0-6 aylık bebeklerde adalet duygusunun olduğunu, adalet duygusunun ise iyiyi kötüyü ayırt etmek anlamına geldiğini anlattı. Hakan Akdoğan “ Doğuştan kötüysek, aynı zamanda iyiyiz” dedi. Diğer canlıların doğduktan kısa bir süre sonra yetişkine yakın hale geldiklerini anlatan Akdoğan, insan yavrusunun ise uzun süre bakıma ve korunmaya ihtiyacı olduğuna vurgu yaptı. Büyük patlamadan bugüne 14,7 milyar yıl; dünyanın oluşumunun 4,3 milyar yıl, ilk insanların ise 300 bin yıl önce  ortaya çıktığını anımsatan Akdoğan “Modern insanın geçmişi 12 bin yıl. Dünyanın ortaya çıkışını 24 saat sayarsak, bugünü de son saniye sayarsak, canlılık 0,005’te başlıyor. 23.40’ta dinozorlar çıktı, 23.50’de yok oldu. Modern insanın ortaya çıkışı son 1,2 saniyeye denk geliyor. Biz kendimize çok anlam yükledik. İnsan doğuştan mı kötü? Aslan kötü mü, değil. İnsan kötü mü? Kötü. Sanatsal alan kötülüğün ve mutluluğun farkına vardığımız alan” diye konuştu. İYİLİK VE KÖTÜLÜK ÜZERİNE Birbirinden ilginç konuları gündeme getirip sonra da birbirine bağlayan Akdoğan şunları anlattı: “James Cook İngiliz denizci. Charles Green, dünya ile güneş arasındaki mesafeyi hesaplamak için farklı yerlerden ölçü alması gerekir. James Cook bu görev için Haiti’ye gider. O yıllarda 2 milyon denizci iskorpit hastalığından ölüyor. Deniz yolculuklarında çok sayıda tayfa almak zorunda kalınıyor. James Cook lahana turşusu yüklüyor, Dönüşte de narenciye yüklüyor.  Çok az denizci ölüyor.  Uzaklık ölçülürken iskorpit  hastalığına çare bulunuyor. Bu da keşif ve fetih gezilerini yoğunlaştırıyor. Tanzanya’ya yerlilerin yüzde 100’ü, Yeni Zelanda yerlilerinin yüzde 90’ı katliamlarla, beyaz insanların getirdiği bulaşıcı hastalıklarla yok oluyor. Kâşifler beraberinde kötülüğü de götürüyor. Atom bombasını Einstein istemeden yaptı!” SANATLA GELEN FARKINDALIK Akdoğan “Kişi Franz Kafka’yı okuyor. Grigor Samsa dev bir böceğe dönüştü, diyor. Yatay hayattan dikey hayata geçiyor. Gregor Samsa’nın ‘hayatındaki sistem bizi böceğe dönüştürmek istiyor’ diyor. Arkadaşına  ‘biz sömürülüyoruz’ derken, aslında o sanatın çıkarımıdır. Bu da yatayda mutsuzluktur. Var oluşçu suçluluk duygusu sistemin içinde olup eleştirmektir. Bu da acılı  bir süreç, farkındalık gelişiyor.  Bu sanat ve felsefe ile olur. Bu yüzden dünyada sanat hep engellenmek isteniyor” dedi. ‘YAVAŞLADIKÇA ÇOĞALIYORUZ’  Sistemin insanları hızlandırdığına dikkat çeken Hakan Akdoğan “Sistem bizi hep hızlandırıyor. Azalıyoruz. Yavaşladıkça çoğalırız. İyi bir kitap okuduğumuzda beden hareketsizdir. Acıktınız, susadınız, beden bunu geciktiriyor. İyi bir film izlediğinizde dayak yemiş gibi olursunuz. Beyin yüzde 35’ini çeker. Oysa hareketsizsiniz! Sanat eseri tablolara bakarken; film ve tiyatro izlerken, kitap okurken duruşunuz nitelikli duruştur. Zihnen yavaşlamanın sonu yavaş hareket etmektir” şeklinde konuştu. Ardından “Yaratıcı yıkım” kavramını gündeme getiren Akdoğan Freud, Jung ve Adler’e atıfta bulundu. Akdoğan “Yaratıcı yıkım sanatın yaptığı bir şeydir. Bir edebi metin gerçekten yıkar. Bu gerçeklik, yıktığı gerçekliği yeniden tanımlar. Bize kötülüğü çok iyi anlatan şey sanattır. Dualitik bakış ‘iyiliği bilmek için kötülüğü bilmek lazım’ der. Sanatsal olarak mutlu bir şeyin anlamı yoktur. Bizler her şeyi tanımlamak için zıddını bilmek zorundayız. Freud benliği ‘İde yani alt ben, ego  ve süper ego yani üst ben’ olarak tanımlar.  Doğduğumuzda haz ilkesiyle yaşarız. Sonra süper ego alt bene kısıtlama getirir. Din, ahlak kuralları gibi. En alttaki doymak, barınmak, üremek ister. Ego- ben  gerçeklik ilkesiyle çalışmak ister, ‘kısıtlar var’  der, durur. Nevrotik bir çatışma ürünüyüzdür. Bilinçaltı denilen bir alan var. Bilincimizde kapatılan her an açılacak bir yerdir. Bilinçaltı olmasaydı, delirirdik. Bilinç ego mu? Nedir? Beynimiz bir kasadır.Sanat kişinin kendisiyle barışması, geçmişiyle yüzleşmesi için bir kapı aralar” dedi. ‘MUTLULUĞU SANATLA KAVRARIZ’ Bizler mutluluk kavramının bize öğretilenle değil sanatla kavrayarak anlayabiliriz” diyen Akdoğan şunları belirtti: “Her yıl 600, 700 bin kişi cinayetlerle, ölüyor.  Giderek artıyor, önümüzdeki yıllarda 1 milyona çıkar. 2000’li yıllardan sonra dünyada intiharlarda artış var, 1,5 milyonun üstüne çıktı. 1850 yılında ortalama insan ömrü 38 yaştı. Şimdi 72’lere çıktı. Bazı ülkelerde daha da yüksek. Yeryüzüne gelmiş ikinci mutsuz kuşağız. Diğeri İkinci Dünya Savaşı kuşağıydı. 1500 yılına göre 250 kat fazla tüketiyoruz. Bunun için çok hızlı yaşıyoruz, çok hızlı üretiyor ve tüketiyoruz. Alışverişi ihtiyaca göre değil vaat edilen anlama göre yapıyoruz. Bilinçaltımız bize ait değil. Ama hala yüksekten düşme rüyası görüyoruz. Bir bebek yılan görünce korkar, bu kolektif bilinçten kaynaklanır, ama birkaç nesil öncesinin bildiği elektrik prizine parmağını sokar, o henüz kolektif bilince işlenmemiştir.  Kolektif bilince beli ince kız, kaslı erkek türün devamı için işlenmiştir. “ SİSTEM HAZ VAAT EDEREK TÜKETİME YÖNLENDİRİYOR Ardından haz kavramına açılım getiren yazar Hakan Akdoğan konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “İyilik, kötülük ve mutluluk kavramlarını konuştuk, buna hazı da eklemeliyiz. Sistem haz vaat ediyor; ‘Bu parfümü alırsan çok beğenilirsin’  diyor. Sistem televizyonda ‘şu okul’ diyor, ardından da bu okula gidenler, ‘şu sitede oturuyor’ diyor. Oysa ev yeterli. O siteden ev  alıyor, 60 ay borçlanıyor. O sitenin otoparkındaki üst marka araçlar var. Yeniden borçlanılıyor. Sonra borcun bitmesine 30 ay kala başka bir eve geçiyorsunuz. Aslında statü satın alıyorsunuz. O sitede insanlar A101 değil Migros torbalarıyla geliyor. Alışveriş ettiğiniz yerler bile değişiyor. Bu işleyişi bilmek sanatsal faaliyetlerle olur. Eskiden çiftlik bizimdi, şimdi lükste demokratikleşme var. Ama vaat edilen haz ile yapılıyor. Gerçekten istiyor musunuz? İşletiliyor musunuz? Haz dönüşümünü yaşadıysanız maniple edilemiyorsunuz. Bunun altında farkındalığı yüksek birey olmak yatıyor. O bilgiye ulaşamadığınızda yanlış karar vereceksiniz. Dünya manipülasyonlar ağı; yanlış bilgiye ulaşabilirsiniz.” ‘OKULU BIRAKIP KİTAP OKUDUM’ Nova Okulları öğrencilerinin sorusu üzerine yazmaya nasıl başladığını anlatan Hakan Akdoğan”Orta sonda başladım şiire. Lisede isteğe dönüştü, yazıya döndüm. Hacettepe Üniversitesi’nde okurken bir arkadaşım bana kütüphanesini açtı. İlk iki yıl bin 200 kadar kitap okudum. Okuldan atıldım, af çıktı, 7 yılda bitirdim. 3’üncü sınıfta yazıya romana başladım. 23 yaşında başladım, 35, 26’da bitti. Yunus Nadi Ödülünü kazandım. O 2 yıl okuduğum kitaplarla. 2 üniversite daha okudum. Afrika’da iç savaş yüzünden okuma yazma oranı çok düşük. Az kitap okunur. En çok kitap kuzey ülkelerinde okunur. En az savaş orada olur. Ama savaşan ülkelere en çok silahı da bu ülkeler satar” dedi. HAKAN AKDOĞAN’IN KISA YAŞAM ÖYKÜSÜ Hakan Akdoğan kendi bloğunda yaşam öyküsünü şöyle özetliyor: “Ankaralı. Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dil Bilimi'ni Dilbilim Uzmanı olarak tamamladıktan sonra Anadolu Üniversitesi Medya ve İletişim bölümünü de bitirdi. Uludağ Üniversitesi'nde Sosyoloji ve Felsefe eğitimi aldı. 18 yıllık özel sektör üst düzey yöneticilik kariyerini daha çok yazmak ve anlatmak için bıraktı. Dergilerde yayın yönetmenliği yaptı. Bir süre Bursa’da yaratıcı yazarlık atölyesi çalışmalarını hayata geçiren Hakan Akdoğan, çalışmalarının ağırlığını İstanbul’a kaydırmış durumda. Yazarlığı ve uzun zamandır sürdürdüğü Yaratıcı Yazarlık Atölyesi eğitmenliğini meslek edindi şimdilerde. Distopya adında bir dergi yönetiyor. Aylak Adam Yayınları Türkçe Yayınlar Editörü olan Akdoğan . Fernando Pessoa ve Marquis de Sade çevirileri yaptı. Nü Peride, Gölge Yaşatan, Struma, İlişmek, Varlık ve Piçlik adlı romanları yazdı. Yunus Nadi Roman Ödülü kazandı.” [gallery columns="4" ids="8869,8867,8866,8865,8871,8864,8872,8873,8877,8876,8875,8874"]