09 Kasım 2019
 Yazar Hakan Günday  ‘Yazma Eylemi’ni anlattı

Nova Okulları ünlü yazar Hakan Günday’ı  konuk etti. Hakan Günday’ın  ‘Yazma Eylemi’ni anlattığı söyleşiye okul öğretmen ve öğrencilerinin yanı sıra üniversite öğrencileri ile Bursalı edebiyatseverler de büyük ilgi gösterdi. Nova Okulları’ndan övgüyle söz eden Hakan Günday  konuşmasına duvarında ilham verici resimlerin olduğu bir okulda  olmaktan duyduğu memnuniyeti  belirterek başladı. Yaşamından kesitleri paylaşan Hakan Günday yazı yazma eylemine nasıl başladığını  anlattı. 17 yaşına atıfta bulunan Günday o yıllarda yazı ile ilgilenmediğine değinerek  “Üniversite yılları başladı. Sonunda bir diploma hiç olmadı. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi  başladım. Oradan Universite Libre de Bruxelles’in Siyasal Bilimler bölümüne gittim. Ama çok zordu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler’e başladım. Orası daha da zordu. Mezun olmam mümkün değildi. Okulda görünmez oldum. 4 yıl gittim, geldim. Öğrenci işleri fark etti; ‘Okulu bitirmen mümkün değil” dediler. Hayatla ilgili ne yapacağımı bilmiyordum. Ertesi günü yine okula gittim. Kaldırımda durdu” dedi.   BİR DEFTER, BİR KALEM VE İLK SATIR: “ASANSÖR DÖRDÜNCÜ KATTA DURDU” Okula gitmekten vazgeçip kaldırımın diğer yönündeki kırtasiyeciden kalem ve defter alıp yandaki kahvehaneye gittiğini anlatan Günday “Kahvehaneye gittim. Çay söyledim, defteri açtım ve Kinyas ile Kayra’nın ilk cümlesi olan “Asansör dördüncü katta durdu” cümlesini yazdım. Yazmaya devam ettim. Her gün okula gider gibi o kahveye gittim. Evdekilere ‘okula gittim’ diyordum. 2,5 ay sonra elimde yazı dolu bir defter vardı” diye konuştu. “Yazmaya gerçeklerden kaçmak için başladım. Başka ne yapabilirdim bilmediğim için”  diyen Hakan Günday sözlerini şöyle sürdürdü: “Onuncu paragrafta ‘bunu ben mi yazdım’ dedim. Kahvede ikinci günümdü. Bunu ben mi yazdım diyorsanız, başka bir sahneye geçiyorsunuz. O gün anladım ki hiçbir konuyu düşünmemiştim. Yazarak düşünmek düşünmenin en iyi yoluymuş. On binlerce kelime arasında düşünmenin en iyi yolu yazmakmış. Yazarken aynı şeyi yazamıyorsunuz. Konuşurken tekrara düşersiniz, ama yazarken tekrar yok. Tekrara düşmezsiniz. Kendinizin farkında olmadığı bölümlere iriyorsunuz beyninizde. ‘Bunu ben mi yazdım’ diyorsunuz. Yazı insanın kendisini tanımamak için tek enstrümandır. Yazmanın yapacağınız tek şey olduğunu anladığınızda, orada tek aradığınız şeyin kendiniz olduğunu da anlarsınız. Aynaya bir adım atarsanız kendinizi, insanı, haritayı anlayacaksınız. İkinci ünde yazı ölüm kalım meselesine dönmüştü. Duramadım”   ‘ HİKAYELER SORULARI YANITLAMAK İÇİN YAZILDI” İnsanın kendisini niye tanımak istediğini sorgulayan Günday “Sonradan yaptırılan kimlikler ile doğarken yapılan kimlikler var. Eğer insan biraz kendini tanımaya zaman ayırırsa finalde daha az dolandırılmış daha az kandırılmış hissiyle gider. Bireyden toplumu, insandan kültürü çıkartırsanız geriye ne kalır?  Neyi anlamıyorsam onu yazayım, dedim. Temelleri sizden önce atılmış kurumlar yok olursa ne olur? Anlattığım hikayeler bu soruları yanıtlamak için yazıldı. Yazıya bir hikaye anlatmaktan çok bir soruyla başladım. Amacım yanıt aramak değildi. Bir soruyla başlayıp bin soruyla bitirdim” diye konuştu. 23 yaşına kadar niye yazmadığına çok pişman olduğunu söyleyen Günday şunları söyledi: “Hayatta bana ne olacağını sorduğumda bir yanıtım var. Kendinizi asla tanıyamayacaksınız. Tam yakaladım derken değişeceksiniz. Kendi gölgenizin peşinden koşacaksınız. Yazma disiplini gelince bu benim okurluğumu da etkiledi yazmasaydım, okumakla ilgilenmeseydim aptallaşacağımı, gaddarlaşacağımı düşünüyorum. Her insan aptallaşma ve gaddarlaşma eğilimlidir. Bunu kabul ettiğiniz an karşı duruyorsunuz. Yazmak kabul ettirdi bana. 10 kişilik bir bota sığdırılan onca insan orada ne arıyor, diye soruyorsun. Yazmasam umurumda olmayacak. Aslında daha huzurlu olacağız, en azından uyuyacağız. Yazmak uyutmadı. Birinin uyutmasına izin verirsen, seni kim uyuttuysa onun rüyalarını görüyorsun. İnsaf, empati, merak… Bu bir kas, geliştirdikçe işe yarıyor. Çalıştırmayınca taşlaşıyor, bir bakıyorsunuz her şey yolunda.” “HİKAYEYİ KENDİME PATRON ETTİM” İnsanın gün içinde aldığı kararların kaçının kişinin kendisine ait olduğunu sorgulayan Hakan Günday  “Bunun için kurgu metni anlatmaya başladım. Bu işi profesyonelce yaptıkça yazarın önünde kuyruk oluştu. Patronlar, para, kanunlar, ahlak aileniz, herkes size patronluğa hazırdır. O kuyruktan herhangi birine çalışmamak için hikayeyi kendime patron ettim. Hikayeyi kendinize patron edinizseniz en çok dayağı ondan yersiniz. Başka patronun sözü geçmez. O hikayenin emrinde çalışan ustaya dönüştüm. Yazı ile aranıza en başta korkularınız, inançlarınız, her şey girer.Yazı dünyası sizin belki özgür yaratığa benzediğiniz yerdir” dedi. Hakan Günday şiddet olusuna dikkat çekerek şunları söyledi: “Beni ilgilendiren şiddetti. Yolunda giden makinelerle ilgilenmeyecektim. Yolunda gitmeyen şeylerle ilgileniyorum. Şiddetten beter bir şey varsa o da ona alışmamaktır. Alışmama boyutu  önemli. İnsan herhangi bir cinayette ilk işlenmiş cinayet gibi dehşete düşmüyorsa bu bir sorun. Dünya bu gürültülerle dolu. Duyup duymamak size kalmış. Kütüphaneler, müzeler, sergiler sizi bekliyor uyandırmak için.  Bu size kalmış,  bu bitmeyecek bir maraton. Bunların farkına varınca yazmamak mümkün değildi.” ‘HERKESİN BU DÜNYADA YAZABİLECEĞİ BİR CÜMLE VAR” Yazdığım şeylerin sonunu düşünmüyorum. Mutlu son yok. Bir hikayeyi uzun yazarsanız herkes ölür mutlu son dolandırıcılıktır” diyen Hakan Günday kaykay denemesi yapan çocuğa atıfta bulunarak “Kaykayla iki basamakta bir hareket deniyor. Bin kere yapıyor, düşüyor, kanıyor. Başardığı anlar da var. Tek bilen de sadece kendisi. Ben o çocuktan farklı değilim Olabildiğince en dürüst hale gelmek istiyorum. Brecht “Mesele ilerlemek değil, yanındakinin önüne geçmek olduğu sürece savaşlar olacaktır” diyor. İlerleme lekelerinden sıyrılmaktır. Her kitapta yeniden sıçrıyorsunuz. Yerçekimi var, yeniden düşeceksiniz. Sıfırdan boşluktan başlayacaksınız. Metninizin kusurlu olmasını kabul ediyorsanız, yeterince saçma cümle yazarsanız o doğru cümle gelecek” dedi. ‘AYNADA BÜTÜN HİKAYELER VAR’ Lyon’da  bir toplantıda bir tablonun neden milyonlarca  Euro’ya satıldığının tartışıldığını ve en sonunda “Çünkü o tek” yanıtına ulaşıldığını paylaşan Hakan Günday, “O üründen bir tane var. Kopyası mümkün değil. Tabloyu yapan bir kişi! Başkası yapamaz. Ürünü ortaya çıkartan da tek! Her birimizin bu dünyada yazabileceği bir cümle olduğuna inanıyorum. Sizden başka kimse yazamaz. Burada  bir fotoğraf çekin desem, salondaki her kişi farklı açıdan farklı fotoğraflar çeker. Yazın… Hiçbir şey aklınıza gelmiyorsa ‘Merhaba’ deyin, ‘Yazamıyorum’ deyin. Bu kağıt binlerce yıldır nesilden nesile geçiyor. Her nesil kendi katını atıyor. Adalet, insan hakları gibi. Bir nesil gelecek son katı atacak ve kağıttan bir kayık yapıp yüzdürecek. Bu iş ilhamla yürür, katlamayla yürür” şeklinde konuştu. “Bin kişiyi tanımak için bir kişi yeter, o da sizsiniz’ diyen Hakan Günday  “Sizde hepsi var. Kötü, iyi, kıskanç, kibir hepsi var. Bizde her şey var. Biz tek kelimeyle tanınmayı seviyoruz, iyi insan gibi. İyilik ve kötülük iki nokta arasında, sürekli bir yolculuk yapıyorsunuz. Aynada bütün hikayeler var”  dedi. İmla kurallarının yazı yazmayı engelleyebildiğine yönelik bir soruyu yanıtlayan Günday “ Dil benim enstrümanım, sayesinde besteler yaptım. Sözlüğü var, sessi, sessiz harfleri, noktalama işaretleri de.Notaları var. Üç nokta var. Mesela o da bir sözcük yerine geçer kimi zaman. İmla kuralları piyonunuzdur. Orası sizin dünyanız. İmla da sizin kurallarınız, yoksa yoktur” i ‘BİRBİRİMİZLE KONUŞMAZSAK KİM OLDUĞUMUZU BAŞKALARI ANLATIR’ Hakan Günday Bir üniversite öğrencisinin ötekileştirilmeye yönelik sorusuna  şu yorumu getirdi: “Kutuplaşma bir çizgiyi açtı. Her ülkeye, her topluma tekmiş hissi verdi. Bu çok korkunç. Dünyada, mahallende sen ve benzerleri olduğunu düşünürken sen ve içinde bulunan her şey çöküveriyor. Sadece sen yoksun. Avrupa ne zaman anladı? Afrika’dan bir asırdır Avrupa’ya göç var. Bu defa arada su yoktu. Televizyonda gördüğünü bir hafta sonra camının önünde gördü uyandı. Haitili bir yazar arkadaşım var; Dali. Haiti insani gelişmişlikte 160’ıncı ülke. Çok gerilerde. İspanyola diye bir adanın bir bölümünde Haiti var, orada susuzluk, açlık kolera var. İnsanlar ölüyor. Öbür tarafta Dominik Cumhuriyeti, Amerikalı turistler için yaratılmış Las Vegas dünyası. Dali ‘Uçakta bomba varsa 1’incı sınıfta oturmak kurtarmaz’ demişti. Biz birbirimizle konuşmazsak, bize kim olduğumuzu başkaları anlatır. Akşam haberlerini dinlersin ve hiç tanımadan komşunla düşman olursun. Bunu kırabilecek şey kütüphanedeki her şeydir.  Bu kitaplar diğer yerlere giden solucan delikleridir.” İnsanlık tarihine değinen Günday “Cesur olanlar işbirliğine gitmediler. Onlar mağaralarında  tek başına korumasız kaldılar ve öldüler. Biz korktukları için bir araya gelenlerin torunlarıyız” dedi. Yazmak ile olan ilişkisini hem çelik  halata hem de pamuk ipliğine bağlayan Hakan Günday “Yazıyorum. Ne yazdığımı merak ediyorum. Bir gün yazacaklarımı merak etmiyorsam, yazmam” diyerek özetledi.  Hakan Günday söyleşi sonrasında kitaplarını imzaladı. 2000 yılında yazdığı Kinyas ve Kayra ile edebiyat çevrelerinin dikkatini çeken Hakan Günday, “Az, Ziyan, Azil, Malafa, Piç, Zargana, Daha” adlı eserleriyle Türkiye’de kendi okurunu oluştururken 2014 yılında Türk-Fransız Edebiyat Ödülü’ne, 2015 yılında ise ‘Daha’ adlı romanıyla Medicis Yabancı Edebiyat Ödülü"ne layık görülmüştü.